7 Ağustos 2017 Pazartesi

"CEMİLE", İlhami NALBANTOĞLU (REFERANS & KAYNAK: Av. Erbabi BAYINDIR)

CEMİLE
Av. Erbabi BAYINDIR
İlhami NALBANTOĞLU
Sıcak denizlere ulaşacağım diye, ipini koparmış azgın bir boğa gibi kontrolsüz bir biçimde her yere saldırıyor, önüne gelen her şeyi yerle bir edip insanları öldürüyor, kentleri yakıp yıkıyor, adım adım Akdeniz’e doğru ilerliyordu.
İşe  Kafkasya’dan başladı, zulmünden panik içinde kaçmaya çalışan binlerce insan, göç ederken her türlü engel ile karşılaşmanın sonucu binlerce insan ölüme giderken, geride kalanların büyük bir kısmı da Aras’ın, Çoruh’un azgın sularında boğularak yaşamlarını yitiriyorlardı. Geride anasız babasız çocuklar, yaşlılar, sakatlar, yararılar kalıyordu.
Rus ordusu, Kars’tan başlayarak Erzurum, Ağrı, Varto, Malazgirt, Muş, Erciş, Adilcevaz, Ahlat’a doğru her yeri yakıp yıkarak ilerliyordu. İnsanlar, bu vahşi, hunhar katliamlara maruz kalmamak için, şaşkın, çaresiz, umutsuz bir halde ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Ekonomik gücü uygun olanlar tehlikeyi sezer sezmez kendilerini güvenli bölgelere atıyorlardı. Kafileler oluşuyor, hep birlikte, bin bir türlü meşakkatle günler süren bir maceraya atılıyorlardı.  Gidecekleri güzergahta kendilerini doğanın acımasız koşullarına bırakmanın yanında, yollarını kesen eşkiyalar ve vahşi hayvanlarla da mücadele etmek durumunda kalıyorlardı.
Bu saldırı ve işgallerin sonuncusu 1915-1916 tarihlerindeki Rus istilasıydı. Bu dönemde Ahlat, geçmişte pek çok kereler olduğu gibi, tarihinin en ağır, en acımasız katliamına maruz kalmaktan kurtulamıyordu.
Dönemin Rus İmparatoru Çar Deli Petro’nun sıcak denizlere ulaşma hedefi şeklindeki vasiyetini yerine getirmek isteyen Rus kuvvetleri hızla Anadolu’ya girmişlerdi. İşgalci güçlerin Rus Kumandanı General Şerpantiye, Adilcevaz’ı işgal ettikten sonra Ahlat’a doğru ilerliyordu. Şerpantiye, 3’üncü Rus Maverayibaykal Kazak Livası’nı da güçlerine katarak Ahlat’a doğru ilerlemeye başlamıştı. Ruslar bu taarruza yaklaşık 36 Süvari ve kazak Bölüğü ve 22 topla başladılar. Bunlara ek olarak 3. Maverayıbaykal Kazak Livası da dahil edilmişti. Bu kuvvetler Adilcevaz Cephesi’nden taarruz ederken, Kafkas Süvari Tümeni Malazgirt yöresinden gelerek Ahlat’ı kuşatmıştı. Takvimler 29 Haziran 1915’i gösteriyordu.
Dönemin askeri ve stratejik koşulları Ahlat’ın savunması için ancak 2 Taburluk  bir kuvveti ayırabilmişti. Bu birlik, azgın, gözü dönmüş Rus birlikleri karşısında fazla bir direnç gösteremeyince, askeri ve strateji olarak kenti terk etmeyi tercih etmişti. Bu manevra ile büyük zayiat vermenin önüne geçilmişti. Ancak, olanakları kenti terk etmeye uygun olanların dışında kalan yoksul ve fakir Ahlat halkı, Rusların Ahlat’a gelmesine kadar işgal edilen her yöremizde olduğu gibi  eşkiya ve Rus katliamlarından da nasiplerini almaktan kurtulamıyorlardı.
O günleri yaşayan bir Ahlatlı hemşehrimiz, maruz kaldıkları bu acımasız katliamı şöyle dile getiriyordu: “İşgal sırasında gücümüz elverdiğince düşmanla çarpışıyorduk. Rus askerleri ve dağlardaki çeteleri haince, hunharca ve acımasızca Kentte karşılaştıkları herkesi kesip kurşuna diziyorlardı.
Günlerce süren katliamlarından ardından harabeye dönmüş, yakılmış yıkılmış bir Ahlat, binlerce ölü, yaralı ve binlerce ailesini kaybetmiş, öksüz ve yetim çocuk kalıyordu. İşgal kuvvetlerinin hedefi artık daha ileriki yerleşim yerlerinde aynı vahşeti tekrarlamaktı.
Ahlat’ta büyük bir dram yaşanıyordu, aç susuz kalan insanlar, işini gücünü kaybetmiş esnaf, anasını babasını  ve tüm akrabalarını kaybetmiş çocuklar ve yaşlılardan başka kimsecikler kalmamıştı. Bu durumu görüp yardıma koşan  bazı varsıl aileler gelip burada kimsesiz çocuklardan gözlerine kestirdiklerini alıp götürüyorlardı. Kimi aldığı çocuğu nüfusuna geçiriyor, okula veriyor, iş güç sahibi yapıyordu. Kimi ise aldığı çocuğu evinin ya da ailesinin hizmetlerini gördürmek için kullanıyordu.
Ahlat’ın binlerce öksüz ve yetim kalan çocuklarından biri de güzeller güzeli, kadersiz  Cemile idi. Cemile bir akrabasının yanına sığınmıştı. Yokluk ve kıtlık içinde kalan her aile gibi iaşe ve  ibate aşılması mümkün olmayan bir sorun olarak ortaya çıkıyordu. Bu nedenle çoğunlukla aileler kimsesiz kalan çocukları varsıl ailelere vererek yüklerini hafifletmeye mecbur oldukları için bu yolu tercih ediyorlardı. Cemile de bu durumun farkındaydı ve yanlarında kaldığı aileye yalvarıyordu. “Nolursunuz, beni başkalarına vermeyin, ben hiç yemek yemem, yeter ki siz beni kimseye vermeyin.”
Ne var ki, tablo Cemile’nin düşündüğünden daha da ağırdı, ve yalvarıp yakarışları sonucu değiştirmemişti. İstanbul’dan gelen ve asker olduğu anlaşılan bir kişi Cemile’nin tüm itirazlarına karşın onu alıp İstanbul’un yolunu tutmuştu. Kader ağını örmüş, Cemile sonu belli olmayan bir meçhule doğru çok sevdiği memleketinden, akrabalarından, çocukluğundan  koparılıp alınmıştı.
Zaman akıp gidiyordu, tarih denilen çark dönüyor, yeni olaylar, yeni gelişmelerle insanların önüne yeni tablolar seriyordu. 25 Haziran 1919 tarihinde Ahlat’ı işgal eden Ruslar, ülkelerinde meydana gelen beklenmedik olaylar nedeniyle, sıcak denizlere ulaşma hedeflerini başka baharlara saklayarak, rafa kaldırıp 21 Şubat 1918 tarihinde önce Ahlat’ı terk edip, aşama aşama ve kök kös çıktıkları yere dönüyorlardı.
Fransızlara göre Allah’ın Türklere bahşettiği ve Türklerin de ona minnettar oldukları bir dahi ortaya çıkıyor, ülkeyi işgal eden düşmanları bir bir vatan topraklarından kovup Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuruyor. Dünya  sahnesine giren bu yeni Cumhuriyet, tüm dünyanın takdirini kazanıyor. Mustafa Kemal Atatürk Başkanlığındaki  Türkiye Cumhuriyeti Devleti kısa sürede kendini toparlıyor, reformlar yeni adımlarla dosta düşmana karşı parlayan bir yıldız halini alıyordu.
Devlet olmanın gereği ile normal bir vatani görev süreci başlıyor. Her Türk  genci ve vatandaşı vatani görevini zevkle ve şevkle yerine getirmek için can atıyordu. Ahlat’ın güçlü, kuvvetli, taşı sıktığında suyunu çıkaracak kadar heybetli genci Çelebi, vatani görevini yapmak üzere İstanbul’a gönderiliyordu. Söz konusu İstanbul olunca geçmişte yaşanan travmadan sonra hala yaşamakta olan ailenin fertlerinin aklına Cemile geliyordu. Çelebi’ye sıkı tembihliyorlar yıllar evvel Cemile’yi İstanbul’da bir aileye vermiştik, ne yap , ne et Cemile’yi arayıp bul. Hiç kuşkusuz bazı ipuçları  ve detayları da veriyorlar Çelebiye.
Çelebi, aldığı bu detaylar doğrultusunda, İstanbul’da bazı arayışlara girişiyor, bazı kişilere ulaşıp bilgiler alıyor. Bu bilgiler doğrultusunda bazı görüşmeler yapıyor, sonunda sonradan İstanbul’a gelen benzer kişilerle görüşmeler yapıyor. Bir gün Kadıköy’de bir pastanede otururken akrabalarından bir bayana tıpa tıp benzeyen bir bayanla karşılaşıyor. Soruyor:
-Hanımefendi, ben sizi bir akrabama benzetiyorum. Çok benziyorsunuz, bu kadar benzerlik şaşkınlık yaratıyor. Siz nerelisiniz, adınız nedir?  Cemile yanıtlıyor:
-Benim adım Cemile, ben Doğu’dan bir yerden gelmişim ama geldiğim yerin adını bilmiyorum.
-Peki, tarif eder misin nasıl bir yerdi memleketiniz?
-Bizim evden deniz görünüyordu, evimiz yeşillikler içindeydi. Başka bir şey hatırlamıyorum.
-Peki babanızın adını, ya da annenizin adını hatırlıyor musun?
-Babamın adı İhsan, annemin adı da Gülizar’dı.
-Benim Amcamın adı da İhsan’dır. Eşinin adı ise Gülizar’dır.
Bu konuşmanın ardından Çelebi, akrabasını bulduğu kanısına vararak durumu Ahlat’taki ve Ankara’daki akrabalarına bildiriyor. Ankara’dan birkaç akraba İstanbul’a giderek Cemile ile görüşüp, yıllar sonra kavuşmanın hasretini gidermeye çalışıyorlar. Cemile’nin hazin durumuna üzülüyorlar.
Cemile’yi İstanbul’a getiren aile, ne Cemile’yi evlat edinmiş, ne okutmuş, ne de soy isimlerini vermiş. Cemile’yi bir temizlik işçisi olarak yıllarca tepe tepe kullanmışlar.  Varsıl olan bu ailenin evlerinde çamaşır makinesi olmasına karşın, Cemile’yi her gün aralıksız çamaşır yıkamaya mahkum etmişler. Hiçbir sosyal  hakkını vermeden isimsiz, bir kürek mahkumu gibi kullanmayı içlerine sindirebilmişler.
Ankara’dan giden Akrabaları bu duruma çok üzülmüş, bir an evvel Cemile’yi bu işkenceden kurtarmak için girişimlerde bulunmuşlar. Yılların birikiminin Cemile üzerinde oluşturduğu bu alışkanlık ve çevresine olan uyum ikinci bir alternatife izin vermemiş. Seni Ahlat’a götürelim, hiç olmazsa ömrünün kalan bölümünü orada gönlünce geçir, önerilerine de Cemile sıcak bakmayınca  durumun devamına karar verilmiş.
Cemile, İstanbul’daki yaşamına devam ederken akrabaları onu yalnız bırakmamış, arayıp sormuş, zaman zaman ziyaretine giderek yaşamış olduğu travmayı unutturmaya çalışmışlar.
Zaman gelmiş, Cemile Allah’ın ona bahşettiği ömrü tamamlayarak ebedi aleme intikal etmiş ancak, Ahlat’ın tarihinde yeri olan binlerce çocuğun acı dramı Cemile ile geleceğe taşınacak bir belge olarak tarihin sayfalarındaki yerini almış.
Kaynak: Av. Erbabi BAYINDIR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder