Amerika,
dünyanın en büyük, en modern, en zengin, en çağdaş ülkelerinin başında geliyor.
Böyle olmasına karşın bu ülkede yaşayan insanların tümünün, mutlu, huzurlu,
müreffeh, sorunsuz olduğunu söyleyebilmek mümkün değil.
Son otuz
yılda maddi olarak zenginleşen,
kaynakları gün geçtikçe artan ülkelerde insanların giderek yalnızlaştığını,
kimi yerlerde adeta toplumdan izole olduğunu görüyoruz. Bu durum öylesine bir
hızlı gelişme gösterdi ki kimi çevreler bunu “Yalnızlık Çağı” olarak
nitelendirmeye başladılar.
ABD’de
bulunduğumuz süre içerisinde bu durumun öylesine somut örneklerine tanık olduk
ki, bu konuya değinmeden geçmenin bir eksiklik olacağını düşündük.
Yalnızlığın
yaşı, statüsü, etiketi, milliyeti, ırkı, dini, rengi yoktur. Bunun bir
yaradılış sorunu, yetişme tarzı, çevresel etkiler, kişilik sorunu, yaşanılan
olaylarla ilintili olduğu bilinmektedir.
Çok
kalabalık bir ortamda yaşıyorsunuz, gerek işiniz gerek eviniz her türlü sosyal
tesislerle donatılmış. Yüzme havuzundan, spor alanlarına kadar her şey var.
Bunlar yetmiyormuş gibi internet denilen dünyanın son harikası elinizin
altında. Çevredeki, sinemalar, tiyatrolar, alış-veriş merkezleri, eğlence
yerleri sizi tatmin etmiyor. Tüm bu kalabalıklar içinde kendinizi izole edilmiş
hissediyorsunuz. Bunu diğer insanlardan kopma, mutsuzluk ve çaresizlik hissi de
tetikler.
Batılı
insanların karşıdan gelen insanlara en azından bir “Günaydın, iyi günler” gibi
sözcükleri gülümseyerek söylediklerini örnek olarak çok abartılı bir biçimde ön
plana çıkarıldığını düşünüyoruz. Buradaki gözlemlerimizde bu yaklaşımın içten
ve samimi bir özellik taşımadığını, bir adım geçtikten sonra gerçek dünyasına
döndüğünü ve bunun yüzüne derin çizgilerle yansıdığını şaşkınlık gözlemledik.
Bunun aynı zamanda, yalnız insanların yalnızlıklarını gizlemek için
sığındıkları bir perde işlevi gördüğü kanısına vardık. Araştırmacılar, Amerika
da yaşlılarda yalnızlık oranının yaklaşık %17 civarında olduğunu, evlenmemiş, sağlık sorunları olan,
eğitimsiz, işlevsel bozukluğu ve ekonomik sorunları olan, evde yalnız yaşayan yaşlılarda
bu hissin daha yoğun olduğunu belirlemişler.
O da öyle
birisiydi, Amerika’nın önemli
kentlerinden birinde yaşıyordu. İyi bir eğitim almıştı, iyi bir işi vardı, çok
güzel ve kalabalık bir site de yaşıyordu. Arabası ile her gün erkenden işine
gidiyor, iş çıkışı yolunun üzerindeki marketten günlük ihtiyaçlarını alıp evine
dönüyordu.
İşinde çok
başarılıydı, çevresindeki insanlarla iletişimi iş konularının dışına
taşmıyordu. Kişisel bilgilerini kimseyle paylaşmıyor, kendisine yakınlık
gösteren çalışma arkadaşlarını kırmadan, incitmeden devre dışı bırakmayı iyi
ayarlıyordu.
Çalıştığı
yerde ona yakınlık gösteren bayan arkadaşlarını bile, “arkadaşım var” diyerek
reddediyordu.
Onun bu
halinden yakın çevresinden kimsenin bilgisi yoktu. Bunun yaşadığı hüsranla sonuçlanan bir aşktan mı yoksa çocukluk
döneminde başından geçen bir travmadan mı kaynaklandığı konusunda bir bilgi
yoktu.
Evine
dönmeden uğrayabileceği, sohbet edebilecek arkadaşlar bulabileceği mekanlar
olmasına karşın yalnız kalmanın iksirine kaptırmıştı kendisini. Evcimen birisiydi, varsa yoksa evim diyor, evine kapanıyor,
yalnızlık şerbetinin şarhoşu olmayı yeğliyordu. Eve gelir gelmez soyunuyor,
duşunu alıyor, daha hafif ve rahat giysiler giyiyordu.
Yaşadığı
site her türlü sosyal olanağa sahipti. Ancak o yüzme havuzunda vakit geçirmeyi
yeğliyordu. Yüzse de yüzmese de havuza gidiyor, bir şezlonga uzanıyordu.
Her
gün aynı yerde, aynı şezlonga oturmaya
mecburmuş gibi hissediyordu kendisini. Bunu bir alışkanlık haline getirmişti,
derin hülyalara dalmak onun yaşam tarzı olmuştu adeta.
Günler
böylece gelip geçiyordu, bir gün gene aynı konumdayken, ayağının dibinde bir
kertenkele gördü. Kertenkele kafasını kaldırmış gözlerini onun gözlerinin içine
dikmiş bakıyordu. Öyle kalakaldı, biliyordu en ufak bir hareket yapsa
kertenkelenin kaçacağını. Yapmadı, kertenkele de kaçmadı. Bakışlarının esiri
olmuştu adeta, çünkü bu yaşına kadar
kimse onun gözlerine öyle bakmamıştı. Bir süre öylece beklediler, kimse gözünü kaçırmadı.
Çevreden
gelen bir çıtırdı yüzünden kertenkele birden irkildi, keskin hareketleriyle sesin geldiği yere baktı. Tehlike’nin
geldiğini fark ettiği için olsa gerek bir anda yerinden fırlayıp demir
parmaklıkların arasından ormana girip kayboldu.
Kertenkelenin
gözlerine bakarken daldığı hayallerinden uyanmak istemiyordu, bir süre öylece
bekledi, belki gelir diye, gelen giden olmadı. Ama artık onu her gün oraya
götüren bir nedeni vardı. Aynı zamanda o
kertenkele yüreğindeki boşluğu doldurmuştu. İnsanlarda arayıp da bulamadığı
ilgiyi bir başka canlıda bulmuştu. Sonraki günlerde aynı yere, aynı şezlonga
gitmeyi hiç ihmal etmedi.
Günlerce
devam etti bul hal, gerçi oradan pek çok kertenkeleler gelip geçti ama, hiçbiri
onun gibi bakmadı. O bakış içini
ısıtmıştı, beklediği bakış oydu, onu çevresinde bulamıyordu, soruyordu!..
“Neredesin
Arkadaşım Kertenkele?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder